Yazar: suat 12 Ağustos 2020
Hepimizin hayatını şekillendiren bir hikayesi vardır ve bu hikaye hayatımızın sonuna kadar yazılmaya devam edecek. Bu hikayede kendimizi nerede, nasıl gördüğümüz zaman zaman değişkenlik gösterir ve bazen de hayatımızın dönüm noktası olur. İşte tam o dönüm noktasında kişiliğimizin özünü daha net anlamaya başlarız. Mevcut düzeni korumalı mıyım yoksa yeni bir düzen kurmak için konfor alanımdan çıkmalı mıyım diye sorgulamaya başlarız. Eğer bir şeyler bizi bir sorgulamaya itiyorsa ve duş alırken bile “o” şey aklımızı kurcalıyorsa, o zaman değişim zamanı gelmiş demektir.
Bundan 20 yıl önce değişim için elimizdeki imkanların kısıtlı olduğunu düşünürsek şu an karar vermemiz gereken durumların bile sayısı gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Eskiden sırtını devlete dayamanın veya kurumsal bir şirkete kapağı atmanın lüksü tartışılamazdı bile. Üniversiteden mezun olanların en büyük isteği düzenli bir gelir sahibi olmaktı, yan haklar bile bu kadar gündemde değildi. Durum böyle olunca kısıtlı bir seçenek havuzundan hem bizi hem de ailemizi memnun edecek seçenekler üzerine yoğunlaşmak zorundaydık. O dönemleri en güzel özetleyen bakış açısı ise o tuğla gibi olan birkaç kiloluk cep(!) telefonlarının piyasa sürülmesiyle uzmanların “ Teknolojide artık ulaşabileceğimiz son noktaya ulaştık.” söylemleriydi. Gelecekten beklenti ister istemez daha azdı.
Ancak bir gün akıllı telefonların atası sayılacak iPhone 2007’de tanıtıldı ve hemen bir sene sonrasında uygulama geliştiricelere bağımsız bir ekmek kapısı açan Appstore’ın tanıtılmasıyla kafalar başka türlü çalışmaya başladı. Bu gelişmenin ardınca birçok teknoloji şirketi kendini büyük bir dönüşümün içinde buldu, bu dönüşüme inanmayanlar ise (Örn: Nokia) kendini tarihin tozlu raflarında buldu. Teknoloji hiç tahmin edemeyeceğimiz bir hızda, hem sosyal hayatımızı hem iş yapış modellerimizi hem de düşünme şeklimizi ciddi anlamda değiştirmeye başladı. Teknoloji hayatımıza nüfuz ettikçe sorunları daha çok görür olduk, daha çok keşfettik ve daha çok derine inme şansımız oldu. Tabi ki her keşif beraberinde yavaş yavaş çözüm önerileri de getirmeye başladı, bu öneriler zamanla teorik taraftan pratik tarafa geçmeye başladı. Ve bir anda dünyanın farklı farklı yerlerinde kendi çözümlerini hayata geçirmeye çalışan insanları duymaya başladık. Ve bir sonra tüm dünya onlara “ Girişimci” demeye başladı. 2010 yılından sonra artık dünyanın birçok yerinde üniversiteyi yarıda bırakıp kendi hayalinin peşinden giden hatta bu hayalini milyarlarca dolara satan girişimcilerin hikayelerini okudukça içimizde bir şeylerin kıpırdamaya başladığını fark ettik. Bu kıpırdanış, bir şeylerin değişmesi gerektiğinin habercisiydi çünkü artık büyük bir şirkete kapağı atmak veya devlete bel bağlamak yerine “ kendi işini kurmak” gibi heyecan verici bir seçenek de vardı.
Yukarıda bahsettiğim gibi herkesin bir hikayesi var ve bu hikayenin baş kahramanı olan sizlerin çok temel kişilik özellikleri var. Bu kişilik dediğimiz şey, değişimin en temel yapı taşlarından biridir çünkü sizin hangi yöne gideceğinize büyük oranda kişiliğiniz karar veriyor olacak. O yüzden o değişim yolculuğuna çıkmadan önce mümkünse aşağıdaki soruları kendinize sormaya çalışın:
Kendinize soracağınız bu tür sorularla yola çıkmadan önce bir kişilik analizi yapmanız en azından daha gerçekçi düşünmenizi sağlayacaktır. Herkes aynı hayalin peşinden gitmek zorunda değil. Girişimciliğin ülkemizde popüler hale gelmesiyle birlikte bir anda herkesin üzerinde “ kendi işini kurmalısın” gibi bir baskının oluştuğuna çoğumuz şahitlik ettik. Bu sebeple son 10 yılda büyük vaatlerle kurulan bir çok girişim (her 10 girişimden 9’u), ilk senesini bile tamamlamadan ya battı ya da başarız oldu. Bunun en temel sebebi ise sürü psikolojisinin illüzyonuna kapılıp bir hevesle “Herkes yapıyorsa ben de yapmalıyım.” diye yola çıkılmasıdır. Oysa ki herkesin girişimci olmasına gerek yok, herkes girişimciliğin o zorlu ortamına ayak uyduracak kişiliğe sahip olmayabilir. O yüzden hayatınıza bu anlamda yön vermeden önce mümkünse bu yolculuğa daha önce çıkmış kişilerin hayatlarını derinlemesine okumanızı tavsiye ederim. Bu tür biyografi kitaplarında o kişilerin zirveye çıkana kadar yaşadığı tüm başarısızlıkları ve zorlukları da görme şansınız olacaktır. Siz o kişilerin yerinde olsaydınız o zorluklara katlanıp, her defasında yeniden başlamaya cesaret eder miydiniz bir düşünün derim.